27 Ekim 2016 Perşembe

İkimizin Yerine

Nejat İşler’i uzun bir aradan sonra izleyecek olmak zaten güzelken birde karizmatik bir Edebiyat öğretmeni olduğunu duyunca şu filmi kaçırmak mümkün olabilir mi? Serenay ile daha önce Behzat Ç. de iyi bir ikili olmuşlardı, hatta keşke o karakterlerinin hikayesi yapılsa diyen bir çok izleyici var. Bu filmde de yakışmışlar ama hikaye çok klişe olmuş.Ne olursa olsun her dakikasını tahmin edebildiğiniz bir senaryoya sahip ne yazık ki. Bolca edebi terim eklemişler ve Nejat’ın karizması ile yoğurmuşlar. Aslında iyi de yapmışlar çünkü benim filmi izlediğim salonda hiç erkek yoktu.Sırf Nejat’ı izlemek için gelmişti kadınlar.
Fragmanı izleyince zaten filmin gidişatını tahmin etmemek zor değil. Hikaye kendini gayet açık ediyor. Ama karizmatik Nejat izlemeli ve güzel sesli Serenay’ı dinlemelisiniz. bu arada Serenay’a siyah saç çok yakışmış. Kesinlikle denemeli bir ara bayıldım. Finaline bakılırsa filmin ikincisi de yapılacak gibi hadi hayırlısı. Filmi izlerseniz size bir şey katmaz ama güzel vakit geçirtir anlayacağınız.Benden söylemesi..
Konusu;
Çiçek 18 yaşına gelmiştir ve hep annesinin yönlendirmeleriyle yaşamıştır.Ne giyeceğine, ne yiyeceğine bile o karar verir. Annesi onun için neyi uygun görmüşse hep onu yapar ve itiraz etmez. Ama reşit olunca en azından hayatında umut verici bir şeyler olmasını diler. Dershanedeki edebiyat hocası rahatsızlanınca yerine geçici süre ile gelen Doğan hocadan görür görmez etkilenir.Ama ne yaparsa yapsın dikkatini çekemez.En yakın arkadaşı da evlenmeye karar verince,Çiçek iyice umutsuzluğa düşer ve hayatında aşk olsun ister. Doğan Hocayı özel ders için ikna eder.Aralarında bir çekim vardır ama Doğan uzak durmaya çalışır.Çiçek aralarındaki yaş farkı yüzünden zannetse de ailesi ve geçmişte yaşananlar bu aşkı imkansız kılar.

9 Ekim 2016 Pazar

The Road Within

The Road Within
Filmi sırf Dev Patel’i gördüğüm için izledim. Kendisini Slumdog Millionaire den beri sevmeyen yoktur. Biraz da baktım yol filmi falan diyor ve vazgeçilmezlerim arasındadır yol filmleri bakalım neymiş deyip izledim. Dev Patel’i temizlik hastası biri olarak izlemek ne kadar eğlenceli de olsa asıl dikkat çeken Robert Sheehan’ın karakteriydi. Tourette Sendromu olan bir genci canlandırmış ve gerçekten harikaydı. Adamı izlerken resmen ben yoruldum acayip inandırıcıydı. Film birde Alman bir yapımın uyarlamasıymış galiba. İzlemek isteyen ona da şans verebilir. Öyle özgür ve umursamaz insanların çıktığı yolculuk filmlerinden değil pek. Üçü de birbirinden hasta gençlerin bir anda yola çıkması ve doktorlarıyla, içlerinden birinin babalarının peşine düşmesini anlatıyor. Bence çok hoş bir yapım çıkmış ortaya ben sevdim şahsen izlenilebilir.

Konusu,

Tourette Sendromu olan Vincent annesi ölünce babası ile yaşamak zorunda kalır. Ama babası ve sevgilisi onunla uğraşmak istemedikleri için onu bir kliniğe gönderirler. Burada Alex isimli obsesif kompulsif hastası gençle aynı odayı paylaşmak zorunda kalır. Alex bu durumu kaldıramaz ve onu odadan göndermek için uğraşıp durur. Bu arada anoreksi hastası Marie ile arkadaş olan Vincent bulunduğu ortama dayanmaya çalışır. Annesinin bir fotoğrafında çok mutlu olması Vincent’ın orayı görmeyi istemesine neden olur. Babasından neresi olduğunu öğrenir ama kendisini götürmesini sağlayamaz. Bir gece Marie ile birlikte doktorun arabasını alıp kaçmaya karar verirler. Giderken Alex’in en sevdiği kaseti almaya kalkıştıkları için dışarda kavga ederler. Bir anda Alex de hiç istememesine rağmen yolculuğa dahil olur. Vincent’ın babası seçimlere hazırlandığı için polise haber vermek yerine oğlunu kendi bulmak ister ama gençlerin doktoru bu sinirli adamı arkalarından yalnız göndermek istemez ve onlardan arkalarından kendi yolculuklarına çıkarlar.

Dekameron'un ask hikâyeleri ( Il Decameron )


Nette sürekli yapılan film listelerini mutlaka görmüşsünüzdür. İster istemez merak edip bakmadan geçemez film severler. Bende her defasında bir göz gezdiririm ve bu kez İlber Ortaylı’nın seçtiği filmler diye bir liste ile karşılaştım. Gerçekten ilginç filmler var listede ve hatta bazılarını nette bulamadım bile. Merakla bir tanesini izledim ve hiç bu kadar eğleneceğimi tahmin etmezdim. Her yönüyle ilginç ve bir o kadar da komik bir film çıkmış ki ortaya ne desem bilemiyorum. Bir kere dünyanın en doğal ve en çirkin oyuncularını barındırıyor yapım. Daha önce Pasolini filmi izlemedim ve bundan sonra kesinlikle izleme listemde kendisinin yapımlarına da yer vereceğim kesin artık. Trajik bir şekilde öldürülen yönetmenin izlemesi en kolay filmi olduğu söyleniyor bu yapım için. Diğerlerini merak etmemek elde değil. Sinema da böyle bir bakış açısı asla kaçırılmamalı.


Aslında bir kitap uyarlaması film. Vebadan kaçarak bir araya gelen 7 si kadın 10 kişilik bir grubun birbirlerine anlattıkları 100 hikayeden oluşuyormuş kitap. Filmde ise bu hikayelerin nerdeyse 10 tanesi falan var. Bu yüzden film bitince kitabı merak etmemek elde değil. İçerdiği cinsellik ve mizah sahnelerinin bolluğuna da değinmeden geçmeyeyim. Kilise ve ruhban sınıfı da sürekli eleştiriliyor filmde. Filmin bir bölümünde yönetmenin kendisi de ressam rolünde yer alıyor.



At satın almak için pazara giden bir adamın bir kadın tarafından gerçekten çok zeki bir şekilde kandırılıp soyulmasıyla başlıyor film. Manastır rahibeleri ve bir adamın dilsiz rolü yaparak aralarına sızması ile başlayan hikaye zaten absürtlüğün kralı. Hayatı boyunca yapmadığı kötülük kalmayan adamın öldükten sonra aziz ilan edilmesi, erkek kardeşleri tarafından sevgilisi öldürülen kızın hikayesi gibi bir çok dikkat çekici hikaye var. Ama kesinlikle en bombası bir papazın mesleğini kötüye kullanmasının anlatıldığı hikaye. Bir adamı karısını ata çevirebileceğini söylemesi ve bunu nasıl yapacağını gösterdiği bölüm gülmekten öldüm. Ne olursa olsun izlemeniz gereken ve kaçırılmaması gereken çok komik bir yapım.

Les amants du Pont-Neuf

Akıl da bir sürü güzel sahne bırakan bir film daha Leos Carax’tan.. Denis Lavant ve Juliette Binoche ikilisinden harika bir film daha. İzleyen herkesin güzel bir kadının çirkin bir adam da ne buluyor dedirtmeyen ve aralarındaki o büyüyü anlatarak sesimizi çıkarttırmayan bir aşk filmi olmuş. İzlediğimiz her sahnenin klişeden uzak değişik şeyler olması daha da bir sevdiriyor filmi.
Köprü de havai fişekler arasında dans ettikleri sahne harikaydı mesela. Hiç bir şey umursamadan, etrafta kimse yokken içlerinden geldiği gibi delicesine dans ettiler. İçki içip kendilerinden geçip öyle komik güldüler ki izlerken onların bu haline gülmemek ve hayran olmamak elde değil. Böyle bir kadının nasıl olur da böyle bir adama aşık olduğuna anlam veremezsiniz ama aralarındaki kimyayı öyle bir hissettiriyorlar ki inanmayıp ne yapacaksınız. Duvardaki beni unut yazısını gördükten sonra kalan son kurşunla eline ateş etmesi ve kimse bana unutmayı öğretemez demesi gibi bir çok içe işleyen sahne var filmde. Kesinlikle izlenilmesi gereken muazzam bir yapım.
Konusu;
Michele bir ressamdır ve bir gözünü kaybetmek üzeredir. Zengin ailesini terk eder ve sokaklarda yaşamaya başlar. Köprü tadilatta olduğu için üzerinde yaşayan iki adam vardır sadece. Biri başkasını yanlarında istemez ama diğeri yani Alex, görür görmez aşık olur Michele’e. Onlarla beraber kalmaya başlar Michele ve eski hayatını arkasında bırakır. Alex ile birlikte özgürce yaşarlar. Ailesi Michele’in gözünü tedavi ettirmenin bir yolunu bulur ve her yerde onu arar. Etrafa afişler asarlar ama onları gören Alex, Michele’in gitmesinden korktuğu için gizli tutar bu gerçeği.

Mauvais sang

Leos Carax’ın muazzam filmleri ve değişmez oyuncusu Denis Lavant tabii ki yine.. Filmin üçleme olduğunu bu filmi izledikten sonra öğrendim ve hemen ardından Köprü üstü aşıklarını da izledim onu da yazacağım merak etmeyin. Alex isimli karakterlerin hikayesiymiş filmler ve hepsini tabii ki Denis oynuyor. Sona bıraktığım ve aslında ilk film olan Boy Meeets Girl filmini de en kısa sürede izlerim umarım. Kadın karakterde duru güzelliğiyle Juliette Binoche eşlik ediyor ama ilk filmin oyuncusu farklı. Bakalım Denis’e Juliette kadar yakışmış mı ?
O kadar güzel sahneleri vardı ki filmin hangi birinden bahsedeyim bilmiyorum. Adamın telefonla konuşurken bir yandan da kadını görmek için kapıda duruş şekli. Kızın ayakları yanmasın diye kucağında otele taşıması. Lise’in kafasını Alex’in ensesine dayayarak yürümesi.O koşma sahneleri.Aralarındaki diyaloglar zaten muazzamdı. Şiir gibi film derler ya işte tam o tarz bir filmdi. Alex karakterinin Anna’ya olan aşkı mı daha güzeldi, yoksa Lise’in Alex’e olan aşkı mı bilemedim. Bir araya geldiklerinde öyle güzel sahneler çıkmış ki ortaya hayran olmamak elde değil. Ne yaparsanız yapın mutlaka izleyin filmi benden söylemesi. 
Konusu;
Alex babasının ölümü üzerine yalnız kalmıştır. Sevgilisi Lise’i terk edip kendini bağlayan hiçbir şey olmadan yaşamak ister. Eli çabuk bir hırsız olduğu bilindiği için babasının eski tanıdıkları ona bir iş teklif eder. Aşık olmadan sevişen insanlar ölmektedir ve bunun panzehiri bulunmuştur.Alex’den bu ilacı çalıp getirilmesi istenir. Alex istemese de yeni bir hayat için kabul etmek zorunda kalır. Gittiği evde Anna ile tanışır ve ona aşık olur. Anna’nın sevgilisinden başkasını gözü görmese de Alex ile vakit geçirmeye başlar.Bu arada Alex’in eski ssevgilisi Lise de onu bulmak için peşine düşer.

Train to Busan


Kore film ve dizilerine çok hakim olamasam da henüz Gong Yoo’ya hayranlığım nettir. Kendisini bende her genç hanım gibi aşk ve romantizmin doruklarında olan yapımlarda görmek istesem de kariyeri için yeni şeyler deniyor tabii ki kendisi. Bu filmi de Zombi filmi olmasına rağmen çok ses getirdi. Klişe zombi filmlerinde farkı ne derseniz trende geçmesi ve kaçış için buldukları yollar derim. Yoksa öyle çok şey vaat eden bir yapım değil. Ama Kore sinemasının hiçbir şeyden eksik kalmamasını seviyorum. Çünkü çok manyak bakış açıları bulabiliyorlar. Özellikle vampir yapımlarını pek severim kendilerinin. Zaten romantik komediler de çıtayı çok yükselttiler dünyanın onlara ulaşması çok artık. Bu filmde afişte küçük kız çocuğu dikkat çekiyor ama pek bir etkisi yok filmde. Film kesinlikle babaların filmi olmuş. Kızını kurtarmak isteyen Gong Yoo ve doğmamış bebeği ve karısı için uğraşan Ma Dong-Seok.. Kesinlikle en az Gong Yoo kadar iyi bir karakterdi film de Ma Dong-Seok hatta neredeyse ondan bile çok sevilmiş olabilir filmde. Şahsen benim favorim oldu kendisi. Bence izlenilebilir bir film tavsiye ederim.
Konusu;
Seok Woo eşinden boşanmış ve kızının velayetini almıştır.Kendisi iş yerindeyken kızı ile annesi ilgilenmektedir. Ama kızı sürekli kendi annesinin yanına gitmek istememektedir. Yoğun iş temposu yüzünden kızına bir türlü vakit ayıramayan Seok Woo ona doğum günü için hediye alır ama kızını mutlu edemez. Kızı sürekli annesini görmek isteyince işleri erteleyip onu trenle götürmeye karar verir. Ama bindikleri trende zombi saldırısına uğramış bir kadın vardır ve tren görevlilerinden birini ısırır. Zombiler çoğalmaya başlar ve durum bir anda çıkılmaz bir hal alır. Gitmek istedikleri şehirde de zombi saldırıları olunca trenin içinde bir grup zombi ile sıkışıp kalırlar ve kaçmanın yollarını ararlar.

Hrutar


Birbirleriyle yıllarca konuşmayacak kadar inatçı iki adam ve koçları için verdikleri savaş. Hayatlarında koç  yetiştirmekten başka hiçbir uğraşı olmayan bu iki adam onları kaybedeceklerini anlayınca yıkılırlar. Hem birbirleriyle didişirler hem de onlardan vazgeçmemek için delicesine çabaladılar. Yalnızlıklarını paylaşmamış bu hayvanların telef olacağını bilmek onları üzer ve durumu kabullenmek istemezler. Ortaya durağan bir film çıkmış demiş her izleyen ama aslında film ilerledikçe yeni bir bilgi ile karşılaşıp durum karşısında tepkilerini izledik. Ne kadar kızgın olsalar da birbirlerinden vazgeçemediklerini gayet güzel anlattılar. Özellikle sızmış kardeşine kar küreme aracı ile kaldırıp hastane önüne bırakma sahnesi bence çok komikti. Sondaki kar fırtınası sahnesinde iki kardeşin o kardan yapılan çukura girmeleri de ana rahmine dönüş diye yorumlanmış ve bence öyle düşününce harika bir hal alıyor final. Bence bu iki kardeşin hikayesini nefes kesen manzaralar eşliğinde izlemek gayet güzeldi, tavsiye ederim.

Konusu;

Gummi ve Kiddi yıllarıdır aynı kasabada yaşayan ama birbirleriyle konuşmayan iki kardeştir. Her yıl yapılan koç yarışmalarını Kiddi kazanınca , Gummi kıskanır ve onun koçunda hastalık olduğu söyler. Gerçekten hayvanda hastalık çıkınca durum vahim bir hal alır. Çünkü hastalık bir salgındır ve çok tehlikelidir. Civardaki bütün hayvanların telef edilmesi ve gerekli temizliğin yapılması gerekir. Kiddi kardeşi yüzünden böyle bir durum yaşandığı için ona silah çeker. Hayvanlarını vermek istemez ama görevliler zorla hayvanlarını alırlar. Guppi kendi hayvanlarını kendi vurur ama birkaç tanesini gizlice bodrumuna saklar. Kimselere göstermeden onlarla ilgilenmeye devam eder. Kardeşi durumu fark eder ama ne kadar kendisine kızgın olsa da bu konuda ona hak verip yardım etmeye karar verir.