31 Ağustos 2018 Cuma

Padmaavat


Bhansali filmi olur da hiç kötü olabilir mi? Bayıldım yine izlerken. Deepika’nın güzelliği ve Ranveer’in deli halleri beni benden aldı Shadid olabildiğince sade kalıyordu filmde. Zaten hikaye tamamen Deepika üzerine kurulu, bu yüzden onun pasif kalması güzel ollmuş. Ranveer ne kadar deli ve psikopatsa filmde, Deepika o kadar zeki ve güzeldi. Böylece film görsel şöleniyle ve harika oyunculuklarla daha bir iyi hale gelmiş. Şarkılar ve kostümlere diyecek yok zaten onlar hep mükemmel.


Film de Müslüman Sultan Alaaddin ve Hintli lider Maharawal Ratan Singh arasında çıkan savaş anlatılıyor. Tarihe acımasız bir lider olarak ne kural tanıyan ne de aile tanıyan bir adam olarak geçmiş Alaaddin. Ama bizdeki kayıtlara da baktım şöyle bir evet acımasızmış ama kendisi de fakirlikten geldiği için hep köleleri almış devlet yönetimine, zenginleri aşağılayıp onlara zorluklar çıkarmış. En yakını olan kölesi Kafur’u bir numaralı adamı yapmış. Film de aralarında eşcinsel bir ilişki olduğu vurgulanıyor gerçek mi bilemem. Zaten film vizyona girmeden bir sürü olay oldu malum. Hem Padmavati’nin adına leke süremezsiniz hem de Müslüman bir lideri böyle kötü gösteremezsiniz diye. Tabii Padmavati Hindistan için daha önemli olduğu için daha büyük yaygara koptu. Deepika bile ölüm tehditleri aldı. Film vizyona girince Padmavati açısından bir sorun olmadığı tam tersine onu öven bir film olduğu anlaşıldı da sular duruldu.


Maharawal karakterinin sürekli beyefendi gibi davranması bir süre sonra sinirini bozuyor insanın. Adamdan kaç kere kazık yemiş hala ama nezaket kuralları, ama savaş kuralları diye sayıklıyor. Kaç kişi uyardı banamısın demedi. Ben bildiğimi uygularım tarih beni iyi onu kötü anacak deyip durdu. Kaç kişi ölmüş, ne kadar uğraş vermişler falan hiç umursamadı. Savaş meydanında bile adamlar hile yaptı, onun adamları aynı şekilde karşılık vermedi. Filmin sonunda malum artık bilinen bir gerçek Padmavati kendini kurban ediyor. O sahne gerçekten çok iyiydi ve böyle bir şey cesaret ister ne diyeyim. Bollywood hayranı olmasanız bile izleyip bu görsel şölene kaçırmamalısınız.


Konusu;
Maharawal karısı için inci bulmak üzere gittiği bölgede ava çıkmış olan Padmavati tarafından vurulur. Günlerce tedavi edilir ve bu arada ona bakan Padmavati’ye aşık olur. Padmavati ile evlenip onu kendi krallığına götürür. Din adamlarından karısını kutsamasını ister. Ama din adamı Padmavati’nin güzelliğine ve zekasına hayran kalır. Bir gece onları gizlice izlemeye kalkışıp, yakalanır. Ceza olarak ülkesinden sürülür. Alaaddin’in sultanlık yaptığı bölgeye gider ve Padmavati’nin ne kadar eşsiz bir güzelliğe sahip olduğunu anlatır. Alaaddin tüm güzelliklerin onun olmasının gerektiğine inanan bir adamdır ve kafayı Padmavati’ye takar. Maharawal’ın bölgesine bir bahane bulup savaş açar. Feth etmeye çalışsa da bir türlü başaramaz. Ümidi tükenince ateşkes ilan eder ve Maharawal’a onu sarayında misafir etmesi için haber yollar. Maharawal silahsız ve tek başına Aladdin’i konuk eder. Alaaddin ne yaparsa yapsın Padmavati’yi görmeyi başaramayınca Maharawal’ı kaçırıp kendi ülkesinde zindana atar. Tek isteği Padmavati’nin gelip kocasını kendi ülkesinden almasıdır.


Ahlat Ağacı


Nuri Bilge Ceylan deyince malum artık akan sular duruyor, o denli harika bir yönetmen. Yine o kadar güzel bir film yapmış ki nereden başlasam anlatmaya bilemiyorum. Görüntülerin muhteşemliği, harika bir hikâyeyi bu denli iyi bir senaryo ile anlatması, filmde oyuncuların her birinin bu denli ustalıkla rol almasına ayrı ayrı hayran kaldım. Resmen 3 saat boyunca büyülenmiş gibi izledim filmi. Babanın ve oğlunun aynı kaderi paylaşmasını öyle derinlikli anlatıyor ki izleyen herkes kendinden bir şeyler  bulur filmde. Sinan’ın hırçınlığında, babasına karşı tutumunda, etrafındaki insanları küçük görmesinde, egosun da herkes hayatının bir dönemini mutlaka görecektir.


Nuri Bilge bu filminde ilk defa ters köşe yaparak sürekli bizi muallakta bırakıyor. Öyle ustaca yapmış ki bunu sırıtmıyor hiçbir şekilde. Bu tarz sahneler acaba Sinan karakterinin film boyunca basmaya çalıştığı kitabından bölümler mi diye düşündürmedi değil. Din, Siyaset, Edebiyat, Felsefe ve daha bir çok konuya değiniliyor senaryo da ve bunu öyle güzel yediriyorlar ki filmde; Sinan karakterinin günlük hayatında karşılaştığı insanlarla kurduğu diyaloglar aslında sıradan hayatın olması gereken rutini buymuş gibi gösteriyor.


Filmin başrolü Doğu Demirkol’u tebrik etmeden olmaz. Kibirli konuşma halleri, bakışları ve tavırlarıyla karakteri o kadar iyi canlandırmış ki Nuri Bilge’ye neden bu adam sorusunu sordurmuyor insana. Ama bir diğer övgüyü de kesinlikle diğer başrol oyuncusu Murat Cemcir almalı. Basında maalesef Cannes’da ki fotoğraf krizi ile yer alması filmdeki oyunculuğunun gölgesinde kaldı. En az Doğu kadar önemli bir karakteri ve film de ve gerçekten ustalıkla canlandırmış. İki komedi oyuncusunu alıp böyle bir filmde oynatmak da zaten Nuri Bilge gibi bir ustanın başarısı olabilirdi. Film resmen bu iki adamın üzerine kurulu ve ikisi de çok iyi iş çıkarmış.


Film demlendikce güzelleşen yapımlardan. Sinan ve yazar Süleyman arasında geçen konuşmayı tekrar dinlemek isterim. İmamlarla yaptığı konuşma, annesi ile babası hakkındaki hesaplaşması ve babasını sonunda anlamasın da yatan detaylarla harika bir film. Mutlaka ama mutlaka izleyin. (Yalnız Kpss sınavının kışın yapıldığı nerede görülmüş. O gözden kaçırılmış bir detay olmuş maalesef.

Kelebekler


Sarmaşık gibi muazzam bir filmden sonra ne kadar övgü alırsa alsın bence aceleye getirilmiş bir hali var bu filmin. Ne yaparsam yapayım Sarmaşık filmindeki harika detayları bu filmde bulamadım. Aile hesaplaşması ve kara mizah bir araya getirilerek bir şeyler yapmaya çalışmışlar ama pek olmamış. Karakterler arasında inandırıcılığı olan sadece Bartu Küçükçağlayan’ın oynadığı ‘Kenan’dı. Astronot kıyafetiyle gezen bir abi ne komik ne de saçmaydı, sadece boş bir detaydı. Suzan karakterinin atarlı ve umursamaz halleri hiç inandırıcı gelmiyordu, fazlasıyla zorlamaydı.  

Evet komik sahneleri vardı, özellikle imamın kendini sorguladığı sahneler çok iyiydi. Muhtarın inatla babalarının öldüğü söylememesi ve bundan kaçmaya çalışması gereksizdi. Ama muhtarın karısı bir o kadar komik ve eğlenceliydi. Tavuk patlama sahnelerinin saçmalığına hiç değinmek bile istemiyorum. Final sahnesin de Ercan Kesal nasıl harcanır onu da görmüş olduk. Absürt olmak için bu kadar kasmaya ve bu denli tahmin edilebilir olmaya ne gerek var anlamadım. Köyde çekim yapıp muhteşem görüntüler çıkarmaya kasmaması ve Gişe Memuru filmine gönderdiği selamı sevdim. Sarmaşık filminde çıtayı çok yükseklere koyduğu için mecburen onunla kıyaslamaktan kendimi alamıyorum. Onun kadar iyi değil çünkü bizim anlamamıza izin vermeyip bas bas bağırmış filmde. Yine de piyasadaki bir çok filmden iyi ama Sarmaşık kadar değil (:-))

Konusu;
Cemal Almanya da yaşayan bir astronottur. Babasının hasta olduğunu öğrenir ve İstanbul’a gelir. Kardeşlerini de alıp babalarını görmeye gitmeye karar verir. Kardeşleri başta gitmemek için çabalasa da Cemal onları ikna eder. Kenan annelerinin intiharından sonra onlarla ilgilenmeyen babalarını görmek istemez, Suzan ise hiç tanıma fırsatı bulamadığı ailesini anlamak  ister. Üç kardeş çıktıkları yolculukta hem özlem giderir, hem de aile içi hesaplaşmalarını birbirleriyle yapmak zorunda kalırlar.

4N1K


Şimdi bunun çocuk filmi olduğunun farkındayım ama böylesine etkili bir kitlesinin olmasının sebebini merak ettim. Ortaokul çağındaki ve aşağısındaki yaş grubunun hatta bazı liselilerin de dahil olduğu ilginç bir hayran kitlesi var. Kitaptan uyarlama malum ve yok sattırdı hayranları seriyi. Böyle olunca merakıma yenik düşüp izledim vallahi. Türkiye de gençlik filmi adı yapılan yapımlara beş basar bir film buldum karşımda. Gayet yaşlarına uygun eğlenen, fazla kasmayan ve olmayacak boş işlere insanları özendirmeyen bir film olmuş. Birkaç detay var tabii sırıtan ama o da böylesine bir yapım için nazarlık olsun. Ben bile yaşıma rağmen izlerken eğlendim. Oyuncu seçimleri de çok yerinde olmuş yapımın, ikinci filmde biri değişmiş galiba ama hayırlısı deyip geçelim. Bence ergen filmi falan demeden izlenebilecek bir yapım.

Konusu;
Çocukluklarından beri sıkı arkadaş olan 5 kişilik arkadaş grubunun tek kızı üyesi Yaprak, o kadar erkeğin arasında kala kala onlara benzemiştir. Annesinin elbise giydirme çabalarından sürekli kaçan ve halinden memnun olan Yaprak, sonunda grup dışından bir erkek tarafından fark edilir. Yaprak direkt gardını alsa da çocuk onun için savaşmak ister. Yaprak ve arkadaşları durumu kabullenmek istemeseler de gayet olağan bir şey olduğunun farkına varırlar. Yaprak sonunda çocuğun çıkma teklifini çekinerek de olsa kabul eder. Ama bu durum gruptaki herkesi bir şekilde etkiler.


Loft


Filmin senaryosu o kadar beğenilmiş ki her ülke tarafından uyarlanmış maşallah ben de birini izleyeyim bari dedim ve orijinali budur herhalde deyip bunu izledim. İzleyince de hak verdim açıkçası başarılı bir senaryosu var. Seçilen karakterler öyle yerindeki sadece tiplerine bakıp filmdeki yerini çözersin. Farklı bir şey vaat etmiyor yani o konuda. Sonunu izleyince çok da şaşırdım denemez açıkçası ama birçok yapıma nazaran etkili bir finali var. Arkadaş bildiklerinize dikkat edeceksiniz onu iyi vurguluyor yalnız söyleyeyim. Güzel bir film izlenilesi hatta bakın hangi oyuncu kadrosunu sevdiniz ona göre izleyin çünkü senarist üşenmemiş herkese satmış filmi :-)


Konusu;
Vincent bir çatı katı dairesi alır ve onu arkadaşlarıyla paylaşmak ister. İsteyen eve sevgilisiyle gelir, isteyen kafasını dinlemeye, isteyen içmeye. Herkese bir anahtar verir ve sadece giden diğerlerine haber vermelidir ki diğeri onu rahatsız etmesin. Bazıları duruma sevinirken, bazıları kullanmak istemez. Ama Vincent herkese zorla bir anahtar verir. Herkes bir şekilde daireyi kullanmak zorunda kalır. Bir gün içlerinden birisi gelir ve içeride bir ceset bulur. Sırayla birbirlerine haber verirler ve olay yerinde dehşetle herkes birbirini gözlemler. Kimse cinayeti üstlenmez ve ne yapacaklarını bilemezler.


Aşk Uykusu


Film boyunca resmen Gökçe Bahadır’ın oynadığı karakterden nefret ettim. Nasıl bu kadar gurursuz olabilir, nasıl böyle özgüvenini alt üst eden bir adamın yanında kalabilir deyip durdum. Ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir kadınken kendinden sevdiği adam uğruna böylesine vazgeçmiş olması sinirlerimi bozdu. Ama Mehmet Coşkundeniz’in yazdığı ve bizzat kendisinin de yer aldığı film de hikayenin gerçek olduğunu da bilmek gerçekten şaşırtıcı. Böyle kadınlar var ve ne yazık ki onları kendine getirmek çok zor. Gerçekten böylesine sevebilmek mümkün mü bilmiyorum ama insanı mahveden bir şey onu anladım. Çok iyi oyunculuklar sergilendiğinin söyleyemeyeceğim ama hikaye gerçekten insanı delirtecek cinsten. Aslında normal bilindik bir konu ama kadının ısrarla kocasından vazgeçmemesi dehşet verici. İbret almak için kadınların izlemesini tavsiye ederim bu filmi.


Konusu;
Yonca ve Serkan aynı iş yerinde çalışan evlenerek mutlu bir hayat süren, herkesin imrenerek baktığı bir çifttir. Yonca çocuk sahibi olmak için stresten uzaklaşması gerektiği için işinden ayrılır. Serkan’ın eşine karşı tutumları gittikçe değişir. Eve geç gelmeye başlar ve Yonca onun bazı yalanlarını yakalar. Araları Serkan’ın ablası yüzünden de sürekli gerilen çift sürekli kavga etmeye başlarlar. Yonca aldatıldığından emin olunca ne yapacağını şaşırır ve hiç umulmadık tavırlar sergiler.


Girls Trip


Hangover kafasında bir film daha, bu kez siyahi oyuncular ile çekilmiş. İzlerken eğlendim ben şahsen ama cinsellik konusunda biraz rahat bir film. Sevişme sahnesi yok denecek kadar az ama muhabbetlerinden rahatsız olabilirsiniz. Abartılı değil pek ama film hakkında yapılan yorumları baktım da sanki izleyiciler abartmış J Ben her karakteri ayrı ayrı sevdim. Hepsi biraz deli, özellikle içtikleri içkiden sonra halüsinasyon gördükleri sahne de bombaydılar. Bazı sahnelerinde aman abartmışlar dedimse de yine de izlerken çok keyif aldım.  Kız kıza film gecesi yapmak isterseniz tam izlenilecek bir film.

Konusu;
Eski arkadaş olan Ryan, Sasha, Lisa ve Dina yetişkinlik döneminde pek görüşemezler. Yılların açığını kapatmak için beraber hafta sonunda bir festivale gitmeye karar verirler. Ryan ünlü bir yazardır ve eşi ile ideal çift imajı çizerler. Festivalin ilk günü Magazinci olan Sasha eşinin Ryan’ı aldattığını öğrenir. Ryan’a söylerler ama o eski bir fotoğraf olduğunu ve eşiyle terapiye gittiklerini söyler. Kızlar pek inanmasa da Ryan’a destek olmaya çalışırlar. Ama festivale Ryan’ın eşi ve sevgilisi de gelince kızların sakin kalması pek mümkün olmaz.



Deliha 2


İlk filmin şahsen çok sevmiştim. Onun hatırına izledim devam filmini. Maalesef ilk filmi mumla arattı. Ama gelgelelim film vizyonda doğru düzgün yapımlar olmadığı için ve ilk film kadar iyi olabilme ihtimali olduğu varsayılarak gişede iyi iş yaptı. Ama lütfen üçüncü filmi çekmesin Gupse. Üstelik bu kez yazıp oynamakla kalmamış bir de yönetmiş filmi. O konuda da pek başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Neden bir işi tam yapmak varken her işten biraz biraz yapma derdinden kurtulamıyorlar anlamıyorum. İlk filmin o matrak kadrosunu da keşke bir arada tutabilseymiş. Bir iki kişi haricinde yeni oyunculara yer vermiş ama tutmamış ekip ne yazık ki. Vallahi nete düşse bile izlemeyin dedirtecek kalite de bence es geçin izlemeyin.


Konusu;
Zeliha nişanlısının ailesi ile kavga etmiş ve bu yüzden evlenme hayallerinden vazgeçmiştir. Para biriktirip seyahat etmeye karar verir. Bunun için çalışması gerekir ama girdiği hiçbir iş yerinde fazla kalamaz. Sürekli başına bela açıp durur ama iş aramaktan da vazgeçmez. Eski bir okul arkadaşı sayesinde bir restoranda iş bulur. Ne patronu ne de diğer çalışanlar Zeliha ile çalışmak istemez. Ama arkadaşı onu idare etmek için çok uğraşır. Arkadaşının patronuna aşık olduğunu anlayan Zeliha onları bir araya getirmek için çabalar. Aynı zamanda da işi öğrenmek için elinden geleni yapar.


Happy End


Beğenerek izlediğim Isabella Huppert olur da üstelik bir Michael Haneke filminde izlememek olabilir miydi? Film biraz tiyatro havasındaydı, bölüm bölüm bir şeyler oluyor ve biz sonuçlarına şahit olarak neler olduğunu tahmin ediyoruz. Birbirleriyle çok da iletişim içinde olmayan bir ailenin karşılaştıkları olaylar karşısında verdikleri tepkiler, vurdumduymaz halleri, bazen de çocuklarıyla bağ kurma çabaları anlatılıyor filmde.


Her karakter ince ince işlenmiş sanki. Hepsinin başka bir derdi ve çabası var. Evin büyük torunu Pierre kendini işe yaramaz hissediyor ve bu yüzden de asabi, bir sahne de şarkı söyleyip dans ettiği sahne var ki gerçekten çok ilginçti. Küçük torun Eve, annesi rahatsızlanınca babası ve ailesi ile yaşamak için geldiği eve ayak uydurmaya çalışıyor. Bence filmin en izlenilesi ilginç karakteriydi. Anne karakteri ise Isabella Huppert canlandırmasında da anlaşılacağı gibi buz gibi bir kadın. Babasının işlerini devralmış ve başarılı ile sürdürebilmek için çabalayan ve aynı zamanda ailesine de vakit ayırmaya çalışan bir kadın. Evin babası zaten filmin ana noktası, her sahnesi olay ve her sahnesi merak uyandırıcı. Bu ailenin Faslı hizmetçilerine karşı takındıkları tavır izlerken insanı rahatsız ediyor ve zenginliklerinin altında yatan kibirlerini de gözler önüne seriyor. Aile içi sevgisizliği, vurdum duymazlığı, sınıfsal farklılığı, egoyu tam anlamıyla hissettiren bir film. Ben beğenerek izledim ve tavsiye ederim izlenmesi gereken bir yapım.


Ailecek Şaşkınız


Selçuk Aydemir’in kalemine ve Ahmet Kural-Murat Cemcir ikilisinin yazılanlara oynamasına alıştık artık. Resmen bizden başka kimse oynayamaz modunda adamlar bir ekip oldular ve dağılmıyorlar. Cem Yılmaz ve tayfası gibiler, komedi olunca böyle oluyor galiba herkes kendi takımıyla sahaya çıkıyor. Neyse gelelim filme.. Bol kahkahalı bir film olmasa da şahsen ben izlerken eğlendim. Ahmet ve Murat ikilisi bir arada çok iyiler. Bu filmde de murat başlarda pek sevilesi bir tip olmasa da (özellikle o dişler) sonlara da doğru topladı. Ahmet’in kendine hayran ve kurnaz karakterini sevdim, tam ona göre bir tipti. Ama filmi asıl alıp götüren Cengiz Bozkurt olmuş. Erdal bakkal resmen karşımızdaydı. Her haliyle eski tiplemesini hatırlatıyordu adam. Filmi sevmemin sebebi de o büyük ihtimalle. Çok komik bir film değil ama yine de sevilesi.


Konusu;
Ferhat ve Gökhan çocukluklarından beri iyi arkadaşlardır. Çalışmaya meraklı ve sürekli nasıl daha fazla kar edilebilir diye kafa yoran tiplerdir. Ferhat babasının işlerinin başına geçince şirketi büyütür ama hiçbir çalışanı tarafından sevilmeyerek. Gökhan ile beraber girecekleri ihale için hiç uyumadan çalıştıkları bir gece eve hırsız girer. Hırsızı yakalamak için eve gelen Elif komisere görür görmez aşık olur Ferhat. Hakkında öğrendikleri onun kişiliğinin tam tersidir ama yine de onu kazanmak için elinden geleni yapar. Kaleyi içten fetih etmeye karar ister ve Elif’in ailesi ile tanışmaya karar verir. Elif Ferhat’ın babasının, Ferhat da Elif’in babasının hayalindeki evlattır. Babalarda bu ikiliye destek olunca komik durumlar çıkar ortaya.  


Bırak Kendini


Hayatına bir anda biri girer ve tüm düzenin bozulur. Bu tür hikayeler malumunuz. Bu filmde aynen o kafada.  Çok şey vaat etmiyor ama izlerken sıkmıyorda. Karakterlerden birinin Psikiyatr olması belki daha iyi işlenebilirdi. Hayatına giren kadın olmasaydı nasıl bir insan olduğunu anlayamamış olması da enteresan. Karısı ve oğlu ile arasındaki durumun daha iyi olması için hiç çaba göstermeyip, yabancı birinin etkisiyle değişmesi pek inandırıcı değildi. Psikiyatr olarak da pek başarılı bir tipe benzemiyordu ya hoş neyse. Toni Servillo’yu ‘Muhteşem Güzellik’ filminden sonra böyle basit bir filmde görmek hoşuma gitmedi büyük ihtimalle. Çerezlik filmler modunda bir yapım bence izleseniz de olur, izlemeseniz de.


Konusu;
Elia karısı ile boşanıp, yaşadıkları daireyi ikiye bölerek yaşamlarına böyle devam etme kararı alan bir çifttir. Elia geçirdiği bir rahatsızlık sonrası doktora gider ve spor yapması gerektiği söylenir. Gittiği spor salonunu beğenmez ve bir daha gitmeme kararı alır. Orada tanıştığı eğitmen Claudia’un özel ders verme teklifini kabul eder. Claudia ona göre çok basit ve rahat bir kadındır. Tavırlarını beğenmese de zamanla ona alışır. Eski karısının başka bir adamla görüştüğünü öğrenince de onu Claudia ile kıskandırmaya karar verir. Ama aralarındaki samimiyet ilerledikçe Claudia onun başına bela olmaya başlar.

The Shape Of Water


Bu kadar kötü filmler yapıp, yılın en iyileri olmak bir başarıdır. Bu film belki çok kötü değil ama Oscar alacak kadar da iyi değil. Ama bakarsan yılın iyisi işte düşünün bu yıl resmen yokluk çekiyor sinema camiası. Fantastik bir yapıda film ama tam anlamıyla veremiyor o tadı. Aşk filmi desen yaratık ve yalnızlıktan yakınan kadının arasında hiçbir şekilde bir etki geçmiyor izleyiciye. Yaratığı yok etmek için peşinde olan ajanlar ve onu kurtarmayı seçen birkaç kişinin çabası gram inandırıcı değil. Koskoca askeri üstten sanki kalem çalıyorlar buna nasıl inanalım.


Film de dilsiz bir kadın var yani engelli, onun arkadaşlarının biri zenci diğeri eşcinsel. Bildiğin garantilemişler her kesimden insanı.  Özgün bir senaryo mu hayır değil. Görsel efektler ve müzikler iyi mesela bu alanlarda Oscar alsa garipsemem. Ama onun haricinde maalesef işe yarar hiçbir yanı yok filmin. Sadece neden Oscar aldı diye meraktan izlenilebilir maalesef.


Konusu;
Elisa dilsiz bir kadındır ve askeri bir araştırma üssünde temizlik görevlisi olarak çalışmaktadır. İletişim kurabildiği sadece komşusu Giles ve iş arkadaşı Zelda’dır. Amazonlarda mucizeleri sebebiyle tanrı olarak tapılan bir yaratığı Amerikan ordusu yakalayıp çalıştığı üsse getirir. Hiç kimse iletişim kurmayan yaratık Elisa ile iletişim kurar. Elisa kendi durumu ile bağdaştırır durumu ve ona yardım etmeye karar verir. Öldürülüp incelenmeye karar verilen yaratığı kaçırıp onu denize atmaya karar verir ama onu bir süre evde saklamak kolay olmaz.

Dudullu Postası


Dudullu Postası ünlü bir karikatür serisi malumunuz, bilmeyeniniz yoktur diye düşünüyorum. İşte bu harika eserin sahibi Serkan Yılmaz ve Onur Ünlü iş birliği yapıp dizi haline getirmiş bu karikatürü. Tamamen karikatür modunda olan dizinin ilk beş bölümü ara ara sıksa da vazgeçilebilecek gibi değildi. İyi ki sabretmişim çünkü baş karakterlerin çoğu halay çekerken aralarından birinin kafasına sıkılınca aynı kurşunla yaralanıyor ve komaya giriyorlar. Buradan itibaren yani 6.bölüm itibariyle senaryo yazım işini Onur Ünlü ele alıyor ve asıl güzellik başlıyor. Felsefe parçalıyor resmen Onur Ünlü ve tadından yenmiyor. Komadaki herkes hayatıyla yüzleşecek ve ondan sonra uyanabilecektir. Şimdilik sadece iki kişininkini verdiler ve her bölüm birinin hayatı ele alınıyor. Valla ben son iki bölümdür bayılarak izliyorum.


Gelelim dizideki karakterlere Tayfun mesela Isparta’ya okumaya gitmiş ve sürekli sevdiği kıza mektuplar yazıp durmuş ama kızın abisi birini bile vermemiş kıza. Dudullunun tabelasında da yazdığı gibi burayı unutmanız mümkün değildir. O da sevdiği kıza Isparta’dan bir bidon gül suyu kapıp geri dönüyor okul bitince.  Sevdiği Melis abisinin boyunduruğu altında aşırı derece bunalmış ve internete koyduğu şarkı videoları sayesinde ünlü olmayı bekleyen bir kız. Ama asıl bomba abisi Eyüp resmen. Bülent Şakrak o kadar yakışmış ki bu role anlatamam. Çok komik ve eğlenceli bir tip ve ne zaman ne yapacağı hiç belli olmuyor. Mahallede ki herkesi sürekli galyana getiren Vasıf aman dikkat et bacını götürmesinler deyince gaza gelip sürekli alarm halinde. Hatta Melis nete giremesin diye direklerindeki kabloları  kesip tüm mahalleyi elektriksiz bırakabilecek kadar manyak.


Bu arada Vasıf karakterini Erkan Can oynuyor ve o da bir o kadar manyak bir karakter. Milleti gazlayıp dolduruşa getiriyor, sonra da birine bir şey olunca ben böyle dedim ondandır diyor. Mahallede maç yaptığı 6 arkadaşı bir gece aniden ortadan kaybolunca her yıl mahalleliyle anma töreni düzenliyor. Burada 6 baba bildiğin aile babası ama kayboldu zamanında deyip anıyor arkadaşlarını. Bu arada halı sahanın lanetli olduğuna inanılıyor ve kimse içine girmiyor.



Tabii gazeteci Asım ve uşağı Tayfur gelene kadar. Gazeteci Asım’ı Güven Kıraç oynuyor. Haftalık yazdığı gazeteden halktan uzak olduğu gerekçesiyle kovulunca onlarla bütünleşmek için Dudullu’yu seçiyor. Uşağı ne kadar karşı çıksa da orada bir gazete açma fikri ona çok cazip geliyor ve lanetli olduğu düşünülen hali saha da kuruyor gazetesini. Tayfur, atanamayan arkadaşı Ersan ve Cem ile birlikte gazeteyi açıyorlar. Bu arada Ersan karakteri de yavaş yavaş açılıyor sanıyorum. Çünkü 6.bölümde pek bir afiliydi. Ahmet Rıfat Sungar’ın ezik ama sevimli karakteri bir anda arkadaşlarının mantık sesi haline geldi. 


Cem karakterinin de zengin bir kıza aşık ve onun kendisiyle hesaplaşmasını da beklemiyor değilim. Ara ara onun hakkında kısa bilgiler verdiler ama dişe dokunur pek bir durum yok henüz. Sadece zengin-fakir çatışması mevcut şu sıralar. Dizi de sevemediğim tek karakter Melis ve Eyüp’ün annesini oynayan Emine. Ayda Aksel kesinlikle mahalleli bir kadın değil. Tiyatrocu olabilir ama bu rol resmen onda sırıtmış. Bak onun yerinde gözlerim kesinlikle Devrim Yakut’u aramadı değil. Bu rol resmen onun olmalıymış sanki ona göre yazılmış.


Blutv de dizi ve doğal olarak paralı maalesef. Ya bekleyin tüm dizi tatile girince parasını verip izleyin yada bu diziye değer yahu deyip hemen üyelik alıp her hafta yeni bölümü bekleyin çünkü 6.bölüm itibariyle değer bu diziye para vermeye. Ben severek izliyorum sizlere tavsiye ederim şahsen.


Kaybedenler Kulübü Yolda


Ulan hiç mi saygınız yok yaptığınız işe bee. Ne gerek vardı bu devam filmine. İlk film nasıl da sevilmişti, beğenilmişti, vardı oğlum işte bir hayran kitlesi. Ne olurdu öyle kalsaydı. Hala ilk filmdeki diyaloglarınız paylaşılıyor ısrarla.Siz bu filmi ne demeye kabul ettiniz, hiç mi okumadınız senaryoyu, Sizin için ne ifade etti de rezil ettiniz kaybedenler kulübü efsanesini. İlk filmdeki samimiyet, eğlence, inandırıcılık ve karizma yok bunda. Zaten ne zaman devam filmleri iyi olmuş ki. Yapmamalıydınız bu filmi abi yapmamalıydınız.


Tam Nejat’ın bakışlarına inanacak gibi oluyorum. Karşısına Hande Doğandemir gibi boş bakışlı bir kadını koymuşlar gram etkilemiyor insanı sahne. Merve Çağıran yine bir nebze daha kabul edilebilir bir karakter ama maalesef birinci filmdeki Yiğit Özşener yok karşısında. Adamın umursamaz ve karizmatik hallerini hiç etmişler bu filmde. Rıza Kocaoğlu’nun boş vermişlik hali bile acayip sırıtıyor filmde yaa. Nerede o Ahu Türkpençe’nin karizmatik kadın modları, nerede Hande’nin safoz bakışları. Seviyordum ben bu filmi yaa resmen rezil etmişler. Siz siz olun ilk filmin tadı bozulmasın diye bunu izlemeyin. Çok iğrenç değil tabii ki ama ilk film çok iyiydi Allahın cezaları çıta çok yüksekte, ne yaptınız siz böyle.